Londra. Her şeyin merkezi. Eğlence, alışveriş... Hava sıcaktı. Muggle sokaklarında olduğum için muggle gibi giyinmiştim. Üzerimde mor-lila renginde bir tişört ile kot kumaşından yapılmış eteklerden vardı. Yeni almıştım ve giymek hoşuma gidiyordu. Ayakkabılarımı da muggle dükkanından almak zorunda kalmıştım. Adını hatırlayamadığım bir ismi vardı. Topuksuz ayakkabı kısaca. Renkli ve güzel. Saçlarımı salık bırakmıştım. Böyle olmasını seviyordum. Dalgalı sarı saçlarım omuzuma dökülürken bana şık bir hava kattığını düşünürdüm. Bir sokaktan köşeyi döndüm. Kalabalık bir caddeye çıkmıştım. Her yanım dükkandı. Mugglelar, saçma eşyalar için birbirini ezer duruma gelmişlerdi sanki. Küçük bir dükkana doğru yürüdüm. Çatlak kazan.
İçeriye adım atmam ile birlikte, mugglerların dünyası ile büyücülerin dünyası arasındaki farkı görmüştüm. Kesinlikle kalabalık değildi. Kendi kendine uçan şişeler ve yemek tabakları havada uçuyordu. Duvardaki tablolarsa, anlamsız konuşmalarını duyabiliyordum sadece. Dedikodu yapan üç cadıya doğru gözlerimi diktim. Ardından hiçbir şey olmamış gibi bir masaya oturup bekledim. Birini bekliyordum. Hiç tanışmadığım biri ile konuşmam gerekiyordu. Saçmaydı tabi, ama beni yolladıklarına kızmıştım. Hafta sonumu Paris'te geçirmeyi umuyordum, Londra'da bir büyücü dükkanı değil. En azından işin kısa sürmesini umuyordum. Kapının açılmasıyla dönüp baktım. Giren kişi başka bir tarafa gidince tekrar başımı masama çevirdim. Konuşacağım kişi beni tanıdığı için şanslıydım. Nereden gördüyse artık. Çatlak Kazan'nın sahibi Tom yanıma gelirken elimi gitmesi için salladım. Canım hiçbir şey yemek ya da içmek istemiyordu.
Neredeyse yarım saat olmuştu. Sıkılarak dirseğimi masaya dayadım. Harika! Güzel bir cumartesi gününü hiç görmediğin birini bekleyerek geçir. Ne harika!